Bir varmış bir yokmuş. Bir zamanlar ülkenin birinde güzel bir kız çocuğu yaşarmış. Bu kız çocuğu her çocuk gibi kendi ışığına inanırmış. İçinde çok özel bir şey olduğunu, kendisinin çok özel olduğunu bilirmiş. Bu güzel çocuğun gözleri parlarmış her zaman. Ona derlermiş ki “gözlerinin gülümsemesini kaybetme”. İçindeki çocuğa inandığı için “bu nasıl olabilir ki” dermiş, her istediği şıp diye olan, hayattan bu kadar keyif alan bu çocuk nasıl ışığını kaybedebilirmiş ki…
Gel zaman git zaman bizim çocuk büyümüş. Büyüdükçe kendine güveni azalmaya başlamış. Geçmişinde pişmanlıklar oluşmuş, gelecek ise endişelerle doluymuş. Bu dönemde kendine çok acımasızca davranmaya başlamış ve önce yüreğindeki sonra da gözlerindeki ışık sönüvermiş. 40’lı yaşlarına yaklaştığında artık eski halinden eser kalmamış. Hayatı endişeler ve yüklerle dolmuş. Bu yükler ona ağır gelmeye başlamış. Korkusu öfkeye dönüşmüş. Kendini kaybolmuş hissetmeye başlamış. Artık hayatı onun kotrolünde değilmiş. Başkalarının dayatmalarını yaşamaya mecburmuş. Hayatı ellerinin arasından kayıp gidiyormuş. Tüm sevdikleri uzaklaşmaya başlamış, aynaya baktığında kendini hiç beğenmiyormuş, işinde de çok mutsuzmuş. Sürekli haksızlığa uğruyormuş.
2016 yılının Aralık ayının ilk günlerinde bu çocuk yeniden doğmuş. Çok sevgili hocaları Aykut ve Esra ona ilham olmuş. Önce yüklerle yaşamanın da seçim olduğunu hatırlamış. Her yaptığı şeyde bunu seçiyor muyum yoksa mecburiyetten mi yapıyorum demeye başlamış. Böylece eşiyle mutlu bir hayatı seçmeye karar vermiş. Huzuru seçmiş. Şartlardan bağımsız olarak mutlu olmayı seçmiş. 75 kilo değil 57 kilo olmayı seçmiş. Seçtikçe kapılar önünde açılmış. Bereketi seçmiş. Işık olmayı seçmiş ve parlamaya başlamış, YENİDEN…
Ve farketmiş ki o yaptıysa bunu herkes yapabilir. Hikayesini paylaşmaya karar vermiş. Belki muhteşem birer varlık olduklarını unutanların hatırlamasına yardımcı olur diye, Esra&Aykut’un ona oldukları gibi o da başkalarına ilham olur diye.