EVREN FOTOKOPİ MAKİNESİDİR, SEN NEYSEN, SANA ONU ÇOĞALTIR
İki yıl önce çıkan ilk kitabı “Evrenden Torpilim Var” 100. baskısını yapan ve hala çok satanlar arasında olan Aykut Oğut’un yeni kitabı 29 Nisan’da kitapçılarda olacak. İlk baskısı 100 bin adet yapılan ve ismi olmayan kitap, hayatın size sunduklarından memnun değilseniz istediklerinizi evrenden doğru istemeyi ve almanın sırrını anlatıyor.
Aktör, seslendirme sanatçısı ve yaşam koçu Aykut Oğut’un yeni kitabı Dharma Yayınları’ndan bu hafta çıkıyor. İlk baskısı alışılmışın dışında tam 100 bin adet yapılan kitabın kapağı bir ayna. Kırılmayan bu özel aynayı yaptırabilmek ve kitaplara tek tek yapıştırmak için çok emek harcamışlar ama bu çılgın projeyi yayınevinin sahibi Namık Atalay ile birlikte hayata geçirmeyi başarmışlar. “Evrenden Torpilim Var” isimli ilk kitabıyla satış rekorları kıran Oğut, ikinci kitabının kapağını ayna yaparken somut bir mesaj veriyor; “Ey okur tüm “kaynak”, tüm “sır” sende!” Hayatın size getirdiklerinden memnun değilseniz, şikayet etmeden önce yapılacak başka şeyler de var, bunu hatırlatıyor bize Aykut Oğut. Dili oyunbaz; kendi yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı için samimi ve birçok kişisel gelişimden farklı olarak üstten bir bakış açısı yok. Birkaç yıldır günlük konuşmamıza dahi giren “çekim gücü” yani “sen ne istersen, evren sana onu verir” ana fikrini savunan ama bunu Türklere özel bir yöntemle yapan Aykut Oğut’tan evrenin sırlarını öğrendim, buyurun…
*Sadece kapaktaki ayna değil, kitabın adının olmaması da enteresan; bunu neden yaptınız?
Toplum olarak başkalarının doğrularını hiç sorgulamadan sırtımıza geçirip farkında olmadan onlarla yaşıyoruz. Sorgulama alışkanlığımız yok. Bunu değiştirmenin bir yolu olmalıydı. Mesajın iyice anlaşılması için kitabın adını bile ben dikte etmeyeyim dedim. İradenle karar vermiş, parasını ödeyip almışsın, artık bu senin kitabın, isminin ne olmasını istiyorsan o olsun.
BEN OLSAM “BEN” DERDİM ADINA
*Peki siz bir okur olarak bu kitabı alsanız, sizin kitabınızın adı ne olurdu?
Hiç düşünmedim… Kimseyi yönlendirmek istemem ama benimki yıllar önce yazdığım senaryomun adı olabilir. “I Am”, muhtemelen “Ben” derdim kitabıma.
*İlk kitabınız Evrenden Torpilim Var’ın devamı mı bu kitap? Bunu anlamak için ilkini okumak zorunda mıyız?
Devam kitabı değil ama bağlantılar ve göndermeler var. Elbette okunduysa bu kitap daha rahat bir yere oturacaktır ama okunmadıysa da sorun yok.
*Aynı zamanda yaşam koçu olarak çalışıyorsunuz. Biraz önce sorgulamama gibi alışkanlıklarımızdan söz ettiniz; danışanlarınızda karşılaştığınız, aşması en zor kalıp hangisi?
İnsanların “ben” demesi çok zor. Zaten o yüzden bu kitap çıktı. Ama bunu aşılması zor bir duvar gibi görmüyorum, insanlara ben diyebilmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu anlattığımda rüyadan uyanmış gibi hemen yapışıyorlar. Ben demenin, bencil olabilmenin tadı o kadar güzel ki… Tam tersi öğretilir bize; niye? Çünkü herkes kendi çıkarını düşünür ve sen bencil olursan, ben senden alamam; o zaman benim başım derttedir.
*Kitapta danışanlarınızla yaptığınız çalışmalardan örnekler de var; bize de bir örnek verir misiniz?
Bir kadın danışmanım geldi, ilk seans; nasıl üzgün, ifade etmem çok güç. Olan bir olaydan değil, hayata üzgün; yüzüne yansımış… Bir insan sebepsiz yere bu kadar üzgünse, üzüntüsünden vazgeçmiyor ve hala bu üzüntüyü yaşıyorsa bundan keyif alıyor demektir çünkü kimse bu kadar üzüntüyü kaldıramaz. Direkt “Bu halinden ne keyif alıyorsun?” diye sordum. “Olur mu canım öyle şey?” dedi. Uzun bir seans yaptık, ertesi hafta bambaşka bir kadın geldi.
EVRENİN İŞİNİ KOLAYLAŞTIRIN
*Bunun ona hayatında faydası ne oldu? Ben demek ve üzgün olmamak hangi kapıları açıyor?
Biz hayata biraz daha olumlu ve ben odaklı bakmaya başladığımızda evrenin işi kolaylaşıyor. Öbür türlü, üzgünsün ama bir yandan da mutlu bir hayat istiyorsun. Karmaşık mesajlar gönderiyor ve işi çıkmaza sokuyorsun. Evren fotokopi makinesidir, sen neysen sana onu çoğaltır.
*Ne istersek, evren bize onu veriyor… Diyelim ki Ahmet Bey, X firmasında şef olmak istiyor ama onunla aynı işi bir kişi daha istiyor. Evrenin işi zor değil mi; o iki kişi arasından kimi seçecek?
Evrenin kısıtlı olduğuna inanırsak o zaman sorunuz doğru olur. Evet, bir tane şeflik pozisyonu var ve Ahmet Bey, “Ayşe’nin torpili var” dediği an, kendi siparişinden vazgeçmiş oluyor. Halbuki ikisi birden tam gaz istemeye devam etse, kabul ediyorum X şirketinde bir pozisyon var ama Y şirketinde de bir tane pozisyon var. Belki, biri de oraya gidecek. Bununla ilgili en güzel soruyu bana bir öğrencim sordu. Kendisi Dünya Karate Şampiyonu olmuş, 18 yaşında bir genç. “Söylediklerinizi anlıyorum ama bir tane dünya karate şampiyonu var, onu nasıl yapacağım?” dedi. Ve maçtan önce konuşuyoruz bunları… “Bak” dedim, “Finale kalmış iki karateci var, belli ki ikisi de tam gaz o kupayı ısmarlıyor. Maça çıktın, dövüşüyorsunuz. Adam, bir anda çok güzel bir hareket yaptı ve bir anda “vay, bu adam benden iyi galiba” diye geçti içinden ve kaybettin! Odak kaybı… Taraflardan birinin odağı mutlaka kayacak; ya yoruldum diyecek, ya seyircileri duyacak, ya hakeme takılacak. Yoksa sonsuza kadar sürecek o maç.
NİYE OLMAYACAĞINI AÇIKLAMAYA ÇALIŞMAYI BIRAKIN!
*Size en çok hangi sorunlarla geliyorlar?
Para, ilişki, kariyer bir de özgüven var ama o genelde her yere yayılmış olabiliyor.
*Mesela ilk sırada olan para sorunu; bir milyon dolarım olsun diye yazdırıp ona mı baktırıyorsunuz?
O buz dağının tepesi, yani sen onu istediğin kadar yap, bir yandan da diyorsan ki “Ya kardeşim ben bankada memureyim, yöneticiyim, 5 bin lira gelirim var, yüzde 500 zam mı alacağım?” Hop, odağı hemen başkasının kurduğu sisteme çevirdin. Başkalarının gerçekliğini satın aldın. O artık senin inanç sistemin oldu. Halbuki sen onun yerine “Ben 10 bin lira kazanabilirim” demelisin. Belki bankadan kovulacaksın çünkü 10 binlik iş geliyor sana… Ama özellikle Türkiye’de insanlar sürekli niye olmayacağını açıklamaya bayılıyor. Bütün odak orada, o yüzden sen ister bir milyon doların resmini karşına koy, ister git kuantum duşu al…
HAYAT BİR SINAV DEĞİLDİR
*Siz her şeyi çözdünüz mü; yani evrenin sırlarını?
Yok, onu söyleyen varsa zaten sopayla kovalayın. Eğer evren, kainat, hayat, gelişip duran bir şey olmasaydı evet erebilirdim. Diyelim ki bugün, şu saat itibariyle erdim. Evren ile ilgili her şeyi biliyorum. Bir saat sonra kainat genişledi… Bir saat önce ermişim ama şimdi bir hiçim. Çünkü erdiğim bütün bilgiler 20 Nisan 2011, saat 14:00’a kadar geçerliydi. Yepyeni gelişmeler oldu şimdi. O yüzden her dakika tekrar tekrar erebilirsiniz ama sanırım biz o zaman size deli deriz…
*Yaşam koçu olabilmek için bir miktar ermek gerekmez mi? Yani benim bir defom, baş edemediğim bir sorunum var ki koçtan akıl almaya geliyorum, koçumun da bu sorunları çözmüş olması gerek diye düşünüyorum…
Yaşam koçu asla akıl vermez. Yaşam koçu olabilmek için bir miktar emek değil, anlattıklarını uygulamış olabilmek gerek. O kadar.
*Siz o sınavları başarıyla geçtiğiniz için mi bunları anlatıyorsunuz insanlara?
Hayır, günün birinde anladım ki meğer o yaşadıklarımın hiçbirine gerek yokmuş. Zannettim ki hayat zor olmak zorunda ve ben mücadele etmeliyim. Bir gün durdum etrafımda iyi durumda olan insanlara bakıp dedim ki “Bütün zorlukları ben çektim. Bunlar, bana olmalıydı.” Bir yerde yanlış yapıyordum ve onun ne olduğunu işte bu size anlattıklarım sayesinde buldum.
EGOYU ANLAMADAN OLMAZ
*Dünyada çok satan ve meşhur olan Rhonda Byrne’in “Secret-Sır”ından ne farkı var sizin yönteminizin? O da “isteyin, evren size verir” diyordu…
Çekim yasasını, her yer çekimi gibi düşünün; bilim dünyasında yer çekimini anlatan binlerce kitap vardır. Fark ederseniz bizim sistemimizde ego, çok detaylı çünkü egoyu tam anlamadan ya da yanlış anladıktan sonra yola çıkarsanız işiniz 50 kat daha zorlaşır.
*Egoyu anlatın o zaman bize, nedir ego?
Ego, hayatla ilgili aldığımız kararları bize geri hatırlatan mekanizmadır. “Egomu küçültüyorum, yok ediyorum” diyerek, hayatla ilgili aldığım bütün kararları unutmak istiyorum diyorsun. Herkese soruyorum; “Bana bir tane egosuz kişi gösterin!” Genelde çok tanınmış gurulardan örnek veriliyor. Basit bir test öneriyorum; getirin o egosuz amcalardan birini, bir hafta İstanbul’da benimle yaşasın. Ben onu bir Sirkeci’ye sokayım, gece bir Tophane’de yalnız bırakıvereyim, bir hafta sonra bakalım egosu var mı, yok mu?
*Sır ne?
En büyük sır bizim bizim çok güçlü olduğumuz, bu sır bizden yüzyıllar boyunca saklandı. Sen, istediğini yaratabilirsin.
*Kendimi “ben muhteşemim, yetenekliyim, hayat çok güzel, çok iyiyim” diye motive ettim. Egomu güzelce cilalayıp sokağa çıktım, daha henüz taksi beklerken bir otomobil yanımdan hızla geçip üzerimi çamura buladı… O çamuru ben çağırmadım bir, ikincisi enerjim düştü, şimdi ne olarak?
Pozitif hal öyle bir şey ki, gerçekten dediğin halde olduğunda, o araba sana değil bir arkadakine sıçratıyor çamuru. Ama gerçekten öyle olmaktan bahsediyorum. Bir de unutmayın ki, bu üç-beş günde değişecek bir şey değil, kolay değil 30 senelik alışkanlığı yıkmaya çalışmak. O ruh halinin senin bir alışkanlığın haline dönmesi gerekir. Bisiklete binmek gibi, pratik gerektiren bir iş. O yüzden bir sistem var; sana dokunuyorum ve her şeyi iyileştiriyorum, sen de iyileştin diyenlerden uzak durmak lazım.
KAPILMIŞ BÜTÜN İYİ ERKEKLER ESKİDEN KALASTI!
*Modern zamanlar, kariyer kadınları ve yalnızlık… Sanırım bu konu sizin danışanlarınızın da temel sorunlardan biri. “Bütün iyi erkekler kapılmış” diyen kadınlar için tavsiyeniz nedir?
Siparişi öyle verirseniz evren de hepsini başkalarına verdiğim için sana bir şey veremeyeceğim’ der. İkinci kaçırdıkları nokta bütün o kapılmış iyi erkeklerin hepsi başta kalastı. Falanca ilişkiyle bir adım ilerlediler, filanca kadınla bir adım daha ileri gittiler ve sonunda iyi bir adam halini aldılar. Öğrencilerime nasıl bir erkek istiyorsun
diyorum. Sayfalar dolusu yazıyorlar, zeki, anlayışlı kariyerli, paralı, yakışıklı. Yaz Allah yaz! Herkes kendine kurtarıcı arıyor. Her şeyden önce, senin enerjine uygun bir adam gelecek, o un, sen maya, birlikte başlayacaksınız yoğrulmaya. Yoğrula yoğrula pişip güzel bir ekmek halini alacaksınız. Ama istiyor ki beyaz atlı prensim gelsin! Gelsin de bakalım prens sana bakacak mı?
*O zaman evlenmeye değil, enerjileri uygun birine odâklanmalan gerekiyor. İyi bir yol arkadaşına…
Evet, keyif alacağı, huzurlu, birlikte olmaktan son derece mutlu olabileceği biri… Altın kural şu. Muhtaç olduğumuz hiçbir şeyi elde edemeyiz. Çünkü ‘muhtaç olma’ hali içinde elde edememe korkusu barındırır. O da bir sipariştir. Yani bu şeye muhtaçsan bir siparişin diyor ki istiyorum, diğeri diyor ki elde edememekten korkuyorum. Evren ikisini de yapıyor!
*Yaşamak için, ev kirası, çoluk, çocuk için paraya muhtacız çoğumuz…
Benim de paraya ihtiyacım var. Muhtaç olmama durumunu en kötü senaryoyu okeyleyerek ayarlayabilirsiniz. En kötü ne olur? Çocuğunuzun okul taksitini ödeyemezsiniz, peki, devlet okuluna gider. Kira ödeyemezsiniz, daha az kira ödeyeceğiniz bir ev mutlaka vardır.
*Başımıza gelen kötü şeylerin hiçbiri hayatın sonu değil…
Hiçbiri! Öyle görmeye başladığınız zaman muhtaç olma durumu ortadan kalkıyor ve kanallar başlıyor çalışmaya ve o zaman neye ihtiyacınız varsa o geliyor.
KURBAN GİBİ YAŞAMAYI SEÇMEYİN
*Hadi, bize hayatımızı değiştirecek bir öğüt verin.
Şu anda haline çok üzülen, kızan, sinirlenen, hanımlar-beyler bilsinler ki bu cümleyi söyleyen adam, annesini-babasını kaybetti; bir gözünü kaybetti; parasızlıktan sokaklarda yaşamaya başladı; hayatta hiçbir şeyi kalmadı… Ben becerdiysem, onlar da becerebilir. Birçoğu, “ama neden diyecektir”… Çünkü kurban gibi yaşamak bile bir sipariş, arkasında aldıkları bir zevk var. Ondan vazgeçmedikçe hayatları zaten değişmeyecek! Size verebileceğim en basit tavsiye şükür etmek. Şükür o kadar etkili ki!
*Peki, ama bizim dışımızda olan-biten; hastalık gibi konularla nasıl mücadele edeceğiz? Yine mi şükür?
Öncelikle, o olanların bile bizim dışımızda olmadığını anlayarak. Bizim dışımızda hiçbir şey olmuyor, bizim dışımızda bir evren düzeni yok. O zaman, cidden, benim söylediklerim deli saçması olurdu. Hastalık da bire bir bireyin kendi yaratması.
*Kimse isteyerek hastalanmaz!
Kesinlikle, kitapta gözümü nasıl kaybettiğimi anlattım. Benimki dışarıdan bir etkiydi ama hastalık için de aynı şey geçerli, odağınız öyle bir yerdedir ki artık ne şekilde getirebiliyorsa evren o şekilde getirir. Bir gün, bir öğrencim geldi, yağmurdan sırılsıklam olmuş. Yanımda durdu ve “Bunu da mı ben çektim?” dedi. Toplum içinde yaşıyoruz, yağmuru kim çekti o gün bilemem; belki ben çektim, belki çiftçiler, belki işe gitmek istemeyen memurlar. Ama çekilmiş şeyin parçası olmayı sen seçtin.
* Diyelim ki hastalığı çektik, olan oldu, kurtulmak için neyi çekmeliyiz?
Madem biz mükemmel bir gücün ürünleriyiz, bu bizi de mükemmel yapar. Ruhsal olarak yapmasa bile fiziksel olarak yapar. Tek yapılması gereken yoldan çekilmek. O da nedir? Sürekli hastalığa odaklanma!